Ana Sayfa Blog Sayfa 77

İşte Tacize Sessiz Kalma!

0

İş yerimiz… Günümüzün büyük bir kısmını yaşadığımız ve çoğu zaman yaşlandığımız yer.

Huzurlu bir şekilde çalışma şansını bulabilmişsek eğer, emekli olup gurur duyarak yaşlandığımız yer.

Ancak bazı durumlarda çalışanlar için ayaklarınızın geri geri gittiği yer de olabiliyor.

“İş yerinde psikolojij şiddet” olarak adlandırılan, herhangi bir şekilde çalışanı huzursuz etme birçok kişinin sorunu.

Kadın olmanın zorlukları başlığı altında, ilk sıralarda geliyor iş yerinde kadınların yaşadığı zorluklar.

Özellikle de mağdur, kadınlar olduğunda, maalesef konu gizli kalabiliyor, konuşulmuyor.

Çünkü bu durumu yaşayan kadınlar, durumu herhangi bir yere bildirimde bulunmuyor, sessiz kalıyor.

Kadınlar Neden Susuyor?

İş yerinde şiddete uğrayan kadınların herbirinin bu duruma verdikleri tepki, susma nedenleri, mücadele şekilleri farklılık gösteriyor.

  • İşini kaybetme korkusu, ekonomik nedenler
  • “Kim ne der” düşüncesiyle, işyerinde, ailesinde, sosyal çevresinde itibarını kaybetme korkusu
  • Sesini duyuramama endişesi
  • Mevcut/bilinen düzeni devam ettirme düşüncesi- çünkü bilinen, alışıldık düzenin ötesi bilinmezlikle doludur-
  • Ve birçok kişi de bu şiddetle baş edebildiğini düşünürken aslında durumu normalleştirerek farkına varamadığı için susuyor.

Bu nokta da “Rıza Üretimi” dediğimiz kavram ortaya çıkıyor. Bu şiddeti uygulayan kişiler, mağdurların çaresizliklerinden, korkularından fırsat yaratıp zorla rıza üretmiş oluyorlar.

Dolayısıyla, iş yerinde kadına şiddet uygulayan kişiler, yukarıda sayılan ve sayılamayan daha birçok nedenin çok farkındadır ve mağdurları sistematik bir şekilde bunlara göre belirlerler.

Kimler Şiddete Uğruyor?

Kadını iş yerinde taciz edenler çoğu zaman yönetici konumundaki kişiler olabiliyor. Pozisyonu gereği elinde güç bulunduranlar, bu gücü kötüye kullanıyor.

  • Çaresiz hissedip kendini savunma cesaretini kendinde bulamayan kadınlara,
  • Uzun yıllar çalıştıkları kuruma emek vermiş, böyle bir konuya müdahil olarak emeğini heba etmek istemeyen kadınlara,
  • Herhangi bir nedenle duygusal boşluk yaşayan, ailesel sorunları olan kadınlara…

Çok daha fazla neden sıralanabilir…

Tüm maddeler çok tanıdık; tanıdık çünkü yaşıyoruz maalesef.

Ancak, kime, neden yapılırsa yapılsın, yapıldığında nasıl tepki verirseniz verin, nasıl giyinirseniz giyinin bu kadının suçu değildir. Bu, net olarak tacizi yapan kişinin suçudur.

İçinde bulunduğunuz hiçbir durum bu tacizi haklı çıkarmaya neden değildir.

Çünkü yönetici, iş arkadaşı, kadının hissettiği, “güçsüzlük” olarak adlandırılan bu durumdan faydalanmaya çalışan kişi değildir.

Susmak bu suçu işleyenlerin suçuna ortak olmak oluyor.

Kadının bu konudaki tek suçu susmak, sessiz kalmak, birlik olmamaktır.

Ve bu öyle bir suçtur ki gün geldiğinde bu suçtan siz de sorgulanırsanız.

Neden sustun?
Bundan fayda mı sağladın?
Rıza mı gösterdin?

İş yerinde kadına şiddet, yapılan tüm şiddetler gibi vicdani bir suç, insanlık suçu olmasının yanı sıra Türk Ceza Kanunu’nda cezai yaptırımı olan bir suçtur.

Bu yüzden, geçmişe göre günümüzde bu konuya daha hassas değinilirken, tüm kurumsal şirketler “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konusunu kendine görev edinmişken, giderek tüm dünyanın sıfır tolerans ile yaklaştığı bu konuda artık susmayın.

Susmayın ki, konuşuldukça bu suçu işleyenler ortaya çıksın, susmayın ki bu konunun cezai yaptırımı olduğunu gören diğerleri buna cesaret edemesin ve kadınlar da bu hikayeleri duyarak cesaretlensinler.

Susmayın ki “Öyle kolay değil konuşmak”, “Dışarıda iş bulamayız”, “Olan yine kadına olur”,”Bana kimse inanmaz”, “Her yerde oluyor böyle şeyler” diyen kadınların sayısı giderek azalsın.

Ve belki de en önemlisi şimdinin kız çocukları, geleceğin kadınları böyle bir dünyayla yüz yüze kalmasın.

Kadınların bu konudaki ezilmişliğine, yine biz kadınlar susmayarak, birbirimize kız kardeş desteği vererek çare olabiliriz.

Duyarlı, mert ve cesur olduğunuzda, bulunduğunuz ortamda sesinizi duyurabileceğiniz bir kişi mutlaka olacaktır.

“Üç kişi yanlış anlayacak diye doğru anlayacak yüz kişiden kendinizi mahrum etmeyin.” – Deniz Erdem, Terapi Defteri

‘Etki Lideri Pazarlaması’nın Duygusal Boyutu

0

Aşağıdaki yazı SearchEngineJournal.com sitesinden çevrilmiştir. 

Türkçede tek kelimelik karşılığı olmayan İngilizcedeki “Influencer” kelimesi bu yazıda “Etki Lideri”, “Influencer Marketing” ifadesi de “Etki Lideri Pazarlaması” olarak uyarlanmıştır.


Mantığınız, yaptığınız seçimlerde zannettiğiniz kadar ön planda olmayabilir. Duygularınız, kararlarınızda büyük rol oynar. Tadım testlerinde Pepsi’nin galip çıkmasına rağmen birçok insanın Coca Cola’yı tercih etmesinin temel sebebi duygusaldır.

Birçok marka, ürün ve hizmetlerinin pazarlamasında müşterilerinin duygularına dokunmanın avantajından faydalanıyor. İşte ‘Etki Lideri Pazarlaması’ (Influencer Marketing) tam da bu noktada devreye giriyor.

Markaların geniş kitlelerle Etki Liderleri üzerinden duygusal bir bağ kurmasının verimli bir yol olduğuna dair çalışmalar giderek artıyor. Nielsen’e göre tüketicilerin %83’ü tanıdıkları insanların tavsiyelerine güveniyor. Acumen’ın her yaştan insanla yaptığı bir araştırma, katılımcıların %60’ının bir YouTuber tarafından önerilen bir marka ya da ürünü denemeye değer bulduğunu ortaya koyuyor. Bunun ardında yatan neden bu kişilere güvenmeleri ve onlara karşı olumlu bir yaklaşımları olması.

Etki Lideri Pazarlaması yapmak isteyen markalar, şu ipuçlarına dikkat etmeli:

Büyük Etki Liderlerini Unutun.

“Bir Etki Lideri ne kadar büyükse, markanız o kadar teşhir edilir”. Pazarlamacıların, birlikte çalışacakları Etki Liderlerini seçerken yanıldıkları nokta tam da bu. Markanızın teşhir edilmesi, tüketiciyle duygusal bağ kurmanız için tek başına yeterli değil.

Sadece marka farkındalığı yaratmak istiyorsanız, popüler Etki Liderleri iyi bir fikir olabilir. Fakat duygusal bağ kurmak istiyorsanız, çabalarınızı orta düzey Etki Liderlerine yönlendirmelisiniz. Bu, kendi alanında iyi etkileşime ve takipçiye sahip bir YouTuber ya da bir blog yazarı olabilir. Büyük Etki Liderlerinin aksine, orta büyüklükteki Etki Liderleri kitleleriyle iletişim kurmaya daha çok zaman ayırabiliyorlar. Örneğin online marketinizi tanıtmak için ünlü bir şef yerine orta düzeyde bir yemek blogger’ı markanız için daha doğru bir kanal olabilir.

Marka Savunucularını Ödüllendirin.

Kendinizi sadece tanınmış kişilerle sınırlandırmayın. Markanızın müşterisi olan, ürünlerinizi seven herkes markanızın savunucusu olabilir. Marka savunucuları işinizi seven kişilerdir ve hiç beklentileri olmadan ürününüzü olumlu bir şekilde tanıtabilirler. Belki çok fazla takipçileri yoktur ancak arkadaşları ve aileleri pekâlâ bir sonraki müşteriniz olabilir.

Onları da Etki Lideri Pazarlama planınıza dahil edebilirsiniz. Bunun için onlara ödüller verebilir, markanıza duydukları sevgiyi ifade etmelerini kolaylaştırabilirsiniz. Onlara blogunuzda ya da sosyal medya kanallarınızda yer verebilirsiniz. Küçük jestler bile markanızı daha fazla tanımalarına ve hakkınızda olumlu konuşmalarına katkı sağlar.

Bırakın Onlar Konuşsun.

Etki Liderleri sahip oldukları etki alanını şans eseri elde etmediler. Etkileri, kitlelerinin tanıdıkları ve neyi nasıl istediklerini bildikleri için zamanla gelişti. Onlara yetki verin ve içeriği, kendi kitlelerinin ihtiyaç ve tercihleri doğrultusunda hazırlamalarına alan tanıyın. Markanızı nasıl tanıtacaklarını dikte ederseniz, çabaları yapmacık olacaktır.

Etki Liderleri ve kitleleri arasındaki ilişki uzun vadelidir. Bu, seyircinin içeriği uzun zamandır takip ettiği ve üretilen içeriğin türünü bildiğini anlamına gelir. Dolayısıyla blog yazısındaki ya da içerikteki bir aykırılık, takipçiler tarafından hemen fark edilir. Tanıtım çabası doğal görünmezse, takipçiler markanıza olan güveni kaybeder. Sizi ilk kez duymuş olsalar bile, duygusal bir bağ kurma olasılığınız düşer.

Sosyal Medya Hesabınızı Devredin.

Birçok kişiye göre markanız sadece bir fabrikadır. Adınızı görürler ve doğrudan sattığınız ürünlerle bağlantı kurarlar. Böyle bir algı üzerinden duygusal bir bağ kurmak zordur. Ürünlerinizi sevseler bile bu, satış ve müşteri sadakatinde duygusal bir etken olmaz. Bu da markanızı daha insani hale getirmeniz gerektiğini anlamına geliyor. Kitlelere yüzü olmayan bir markayla değil, insanlarla muhatap olduklarını göstermelisiniz.

Bunu yapmanın yollarından biri, sosyal medya hesaplarınızın kontrolünü belli bir süre için bir grup Etki Liderine vermek olabilir. Bu, güçlü bir hikayeyi markanıza işleminizde yardımcı olur. Ayrıca yeni bir kitle markanızın tamamen farklı bir yüzüyle tanışır. Sizin adınıza sosyal medya paylaşımları yaparlar ve seyirci markanızı tanınmış biriyle ilişkilendirir.
Birkaç günlüğüne Instagram hesabınızı bir grup Etki Liderine devredebilirsiniz. Onlar ürünlerinizi kullanarak ya da deneyimlerini göstererek görseller paylaşırlar. Mesela bir oteller zinciri söz konusu olduğunda, Etki Liderleri otelinizde kalma deneyimlerine dair içerikle paylaşabilirler.

“Hikâye Anlatıcısı” Olun.

Kitlelerle duygusal bağ kurmanın en etkin yollarından biri onlara ilgi çekici bir hikâye anlatmak. Bu herhangi bir öykü olabileceği gibi markanızla ya da ürünlerinizi kullanan kişilerle ilgili bir hikâye de olabilir. Önemli olan, kullanıcıların ürüne baktıklarında daha fazlasını görmelerini sağlamak: Bu, kullanabilecekleri ve hatta hayatlarının önemli bir parçası haline getirebilecekleri bir ürün/hizmet. Etki Liderleri bunu, kitlelerinde yankı bulacak bir şekilde hikâye anlatarak yapabilir.

Yarışmalar ve Çekilişler Yapın

Etki Liderleri aracılığıyla düzenleyeceğiniz yarışma ve çekilişlerle kitlenizle etkileşimde bulunabilirsiniz. İnsanlar markadan bir şey kazanma şansları olduğunda, o markayla daha iyi ilişki kuruyorlar. Burada dikkat edeceğiniz nokta, Etki Liderinin bu konudaki duruşu ve stratejisi olmalı. Örneğin kişinin tüm paylaşımlarını çekiliş ve yarışma üzerine kuruyor olması, takip edenlerin, paylaşılan içeriğin niteliğine dikkat etmeden, bedava ürün almak için katılmalarına, dolayısıyla vermek istediğiniz mesajın görmezden gelinmesine sebep olabilir. Ayrıca “Onu da takibe alın, beni de takibe alın, üç arkadaşınızı da etiketleyin” gibi “şartlı” yarışmalar giderek itici bulunmaya başlıyor, bizden söylemesi…

Sonuç

Seçtiğiniz Etki Liderleri, kitlenizle duygusal bir aşamada bağ kurma girişiminizi başarılı ya da başarısız olarak sonuçlandıracak. Öncelikle buna odaklanın, geri kalan her şey yerini bulacaktır. Marka kişiliğinizi ve mesajlarınızı içeriğiyle doğal olarak iletebilecek bir Etki Lideri bulun.

Neticesinde, yarattığınız duygusal bağların organik ve uzun vadeli olmasını istiyorsunuz, öyle değil mi?

Görsel Kaynak: Pexels.com

Evliliğin Feshi Halleri

0

Hukuk kuralları mı toplum normlarını düzenler, toplum normları mı hukuk kurallarını ortaya çıkarır?

Aslında belirgin bir ayrımı yok. Hukuk normları hem toplumsal normlar nazara alınarak kaleme alınır, hem de toplumsal açıdan bir ideal ortaya koyma çabası güder. Toplu olarak yaşamanın temel kavramlarından diyebileceğimiz kişilik, evlenme, velayet, miras gibi müesseseleri düzenleyen Türk Medeni Kanunu, 149. maddesinde yanılma sebebiyle evliliğin ortadan kaldırılmasını düzenlemiştir. Bu madde uyarınca:

“Aşağıdaki durumlarda eşlerden biri evlenmenin iptalini dava edebilir:
1. Evlenmeyi hiç istemediği veya evlendiği kişiyle evlenmeyi düşünmediği hâlde yanılarak bu
evlenmeye razı olmuşsa,
2. Eşinde bulunmaması onunla birlikte yaşamayı kendisi için çekilmez bir duruma sokacak
derecede önemli bir nitelikte yanılarak evlenmişse.”

İlk fıkra esasen çok net; tam bir Yeşilçam filmi senaryosu: kadın duvağını bir açar gelin koltuğunda meğer başka bir kadın oturmaktaymış, damat şok olur, bu konu üzerinde tartışılacak pek bir detay yok, malum, evlilik feshedilebilir. Fakat ikinci fıkra tamamen yoruma açık, hangi hallerde uygulanabileceği hakimin takdirine bırakılmış bir durumda… Birkaç mahkeme kararı değerlendirildiğinde hukuk kuralları ve bu kuralların uygulayıcıları bakımından kadına evlilik kurumu içinde biçilen rol belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır.

Yargıtay’ın 2012’de verdiği bir kararda kadının yumurtalık rezervinin azalmakta olduğunu (prematüre over yetmezliği teşhisi konmuş olması) kocasından saklaması sebebiyle kocanın açtığı davada mahkeme tabi ki kocayı haklı bulur, evliliğin baştan itibaren hükümsüz kılınması gerektiğine hükmeder. Bu konuya gerekçe olarak da davacı eşin çocuğunun olmaması ihtimalinin zaten evliliğin temel amacına aykırı olduğunu öne sürer. Bu demek oluyor ki Yargıtay nezdinde insanlar çocuk yapmak için evlenir, çocuk yapamadığın sürece evlenmen bir anlamda “hükümsüz”dür. Buradaki önemli noktalardan biri eşlerden birinin kendi sağlık durumu konusunda diğer eşi aldatmış olması neticesinde boşanma talep edilmesi değil, evliliğin baştan itibaren hükümsüz kılınması durumudur. (Y.2.HD. 28.11.2012, 8975/28250)

Kanunun uygulayıcıları, kadının evlenmeden önce bakire olmasına yüklenen anlama da oldukça hak verir ve bu bekaret bilgisinin gerçeğe aykırı verilmesini evliliğin hükümsüz kılınmasına gerekçe kabul eder. Yargıtay’ın 2007’de verdiği bir kararda açıkça “davalı kadının zifaf gecesi bakire çıkmaması (…) kadında bulunması lazım gelen vasfın bulunmaması sebebiyle kocanın davasının kabulü” ifadesiyle ortaya koymuştur. Kadında bulunması lazım gelen vasıf evlenmeden önce bakire olmasıdır ve bu hususta kocayı yanılttıysa bu evliliğin hükümsüz kılınması gerekir. (Y.2.HD. 22.02.2007, 14649/2504) Bu yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından verilmiş birçok başka karar da mevcuttur.

Aynı Yargıtay erkeğin cinsel geçmişi bakımından böyle bir “vasfın” bulunmasını tabii ki öngörmez. Bunun tıbben tespiti kadında olduğu kadar kolay olmasa da kimi varsayımlardan yola çıkmak pek tabi mümkündür. Örneğin 2010’da Yargıtay’ın aynı hukuk dairesi tarafından verilen bir kararında davalı erkeğin evlenmeden önce iki yıldan beri bir başka kadınla fiilen beraber yaşıyor olmasının evliliğin feshedilmesi (Medeni Kanunun 149. maddesi) kapsamında değerlendirilemeyeceğine hükmetmiştir. (Y.2.HD. 07.10.2008, 13176/12702)

Öte yandan “erk” dediğimiz kavram erkekliğe de kimi kılıflar dikmiştir. Erkek olmanın bir gereği “iktidar” kelimesiyle özdeşleştirilen tam cinsel birleşmenin gerçekleştirilebilmesidir. Yargıtay cinsel iktidarsızlığı evliliğin feshine karar verilmesi gereken bir neden olarak görür. (YHGK. 29.06.1994, 2-329/477) Yargıtay’ın aynı yönde güncel kararlarına da rastlamak mümkün.

Görüldüğü üzere kanun eşlerin birbirleri hakkında “yanılmış” olmalarını kimi hallerde evliliğin baştan itibaren hiç doğmamış olması ile sonuçlandırır. Peki neden boşanma gibi bir imkan varken böyle ilave bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur? Elbette ki mal ayrılığı, nafaka gibi diğer hususlara dair hüküm kurulması gerekmeksizin kişinin “bekar” medeni haline geri döndüğü bir düzenleme olduğundan… Dolayısıyla boşanma yerine feshe gidebilmek için bu “yanılma”nın çok esaslı olması gerekir. Uygulamadan anlaşıldığı üzere de kadının bakire olması, kadının doğurma yeteneğinin şüphede olması ve erkeğin cinsel organının beklenen işleve sahip olmaması bu madde kapsamında evliliğin feshini gerektirecek temel nitelikler olarak yorumlanmıştır.

Niyet, dikkat ve çay partisi…

0

Bu, son günlerde sıkça rastladığınız bir terim olan “mindfulness” ile ilgili bir deneyim yazısıdır.

Uzman Psikolog Nilüfer Devecigil’in “Mindfulness “ eğitimindeki iki gün boyunca izlenimlerim, hislerim ve düşüncelerimden oluşan bu yazı, ne bu konuda size bilgi vermek niyetiyle, ne de “ben biliyorum” düşüncesiyle yazıldı.

Bu yazı sadece yazıyı yazanın iki gün boyunca deneyimlediği şeyin içinden taşmasının sonucu kaleme alınmıştır.

Dikkatini niyete vermek…

multitasking” (aynı anda birçok işi yapmak) yapmanın bir erdem sayıldığı bir devirde büyüdük, çalıştık ve hatta çoğumuz bu şekilde çalışmaya devam ediyoruz. Dijital çağda dikkat dağıtanlarımız çoğalırken aynı oranda dikkatini bir tek şeye odaklamanın kıymeti anlaşılıyor. Verimlilik “multitasking” ile değil, odaklanmakla mümkün. Ne yaptığının farkında olabilmek ancak yaptığın şeye dikkatini vererek gerçekleşiyor. Aksi halde hep otomatik pilotta yaşıyoruz, bir diğer adı da “default mod”. Zaman zaman gün içinde otomatik pilotta yaşıyor olmamızın avantajları da var (sifonu çekmek gibi)… Fakat sürekli otomatik pilotta yaşamak ‘hayat devam ederken kendi çay partinize katılmamak’ diyor Thich Nath Hanh.

Sizin de başınıza gelmiştir, bir çay içeyim deyip çayı demlersiniz, sonra birikmiş işler aklınıza gelir ve otomatik olarak onları yapmaya başlarsınız. Sonra kendinizi elinizde boş çay bardağına bakarken bulursunuz; “ben bu çayı içtim mi, yoksa henüz içmedim mi?”

Kendi çay partinize katılın…

Çay içme niyetiniz ise, niyete giden yolda önünüze çıkanları fark ederek niyetinizi unutmadan devam etmek, tekrar tekrar niyete dönmek, niyeti fark ederek gerçekleştirmek…

Peki nasıl?

Bir niyete yürürken dikkatimizi dağıtanlardan kolayca sıyrılmak mümkün mü?

Hiç değil.

“Mindfulness” dikkatinin başka düşüncelere kaydığını fark edip, şefkatle dikkatini niyete döndürme çabası. Daha birçok başka anlamları da olabilir, bu benim anladığım…

Dikkate geri gelmenin şefkatle olmasını sağlayan şey ise meditasyon yapmak. Meditasyon da bir kere yapınca olan bir şey değil. Sevgili Nilüfer diyor ki, meditasyon ile “kaynak kası”mızı geliştiriyoruz. Kaynak kası; anda olmayı hatırlama kası ya da niyet ettiğim şeyi yapma kabiliyeti…Bu kas, default moddan tecrübe moduna geçiş yollarını açıyor. Niyetim tecrübemi yaşamak ise “iç ses”lerim ile default moda gitsem de geri gelebiliyorum.  Bu arada bu iç sesler yani bizim dikkatimizi dağıtanlarımız tukaka değil, onların da yardım etmeye çalıştığı bir şeyler var. Örneğin, tam dikkatimizi bedenimizdeki duyumlara verdiğimizde aklımıza bugün marketten almayı unuttuğumuz yumurta geliyor. Bu aslında bizim işimizi kolaylaştırmak, sonrasında doğabilecek sıkıntıyı engellemek için kendimize yaptığımız bir hatırlatma, bunu düşünmemizin bize bir zararı yok ama o düşüncenin geldiğini fark edip niyetimiz her ne ise ona dikkatimizi geri çevirmek bilincimizde başka yollar da açmayı sağlıyor. Başka yollar demek ise kendi içimize, kendimize yeni bir bakış demek. İçimizde hepimizi iyileştirecek olan kaynak; “insan olmanın erdemi” var ve bu kaynağı çoğumuz kullanmıyoruz. İşte “mindfulness” bu kaynağa ulaşmamız için bize yeni yollar -Yoga Eğitmeni Esra Sert’in deyimiyle- yeni otobanlar açan bir araç.

Dinlemek…

Bu yolları öğrenmek için çeşitli meditasyon egzersizlerini deneyimledik. Bunlar; dinleme, beden tarama, stres, nefese dikkatini verme gibi egzersizlerdi.

Dinlemek için niyetin ne?

Niyet dikkatini biçimlendiriyor…

Niyetin duyduğunu şekillendiriyor…

Dinleme egzersizine ben ‘gerçek’ dinleme diyorum yani karşındaki anlatırken dinleme niyeti ile dinlemek,  kendi hikaye ve yargılarınla dinlediğini manipüle etmemek, dinlerken üstünüzden geçen düşünce bulutlarını fark edip yine, yeniden dinlemeye şefkatle geri dönmek. Bütün egzersizlerde dikkatimiz dağıldığı, düşüncelere daldığımız anlar için kendimizi yargılamamamızı ya da yargılayan tarafımızı da yargılamayıp fark etmemizi hep bizlere hatırlattı Nilüfer. “Yargılayan tarafını yargılamamak” ne derin bir içsel yoğunluk… Kendine “cık cık” yapıp parmak salladığın tüm anları fark etmek, fark ettiğin an dönüştüren bir şey.

Stres

Bu eğitimle birlikte stresin çoğu zarar, azı karar sonucuna vardım. Hatta bazı işlerimi son ana bırakma alışkanlığımın aslında stresin pozitif etkisinden faydalanmak olduğunu da gördüm. Özellikle en sıkışmış ve stresli anlarda en yaratıcı ve parlak fikirler/çözümler ortaya çıkıyor, stresin bende böyle bir etkisi var. Yine de bunun farkında olarak, özellikle stresin acıya dönüştüğü anları iyileştirmek için bu egzersiz bana hiç beklemediğim bir şekilde çok yardımcı oldu. Stres meditasyonunda stres yaşadığınız ana gidip o acıya sevgi ve şefkat vermeyi deniyorsunuz. Benim hayatımda unutamadığım ilk stres anları okul/sınav zamanları idi ve belki de yetişkin hayatımda kendimle ilgili en büyük yargım “başarısız birisin”in bu stres acısından kaynaklandığını fark ettim. O meditasyon sırasında sevgi ve şefkate gelmeden önce, öfkeden tut, kaygı ve üzüntüye kadar çeşitli duygulardan geçtim. Sonra bir an hepsinin geçtiğini ve bugünkü beni bu geçmişle birlikte ne kadar sevdiğimi fark ettim, hepsi geçmişti ve ben “tamam”dım! Sonra sevgi ve şefkati hissedebilmek, o acının dönüşmesi hayatımda ilk defa yaşadığım bir deneyimdi.

Düşüncelerim ben değil, ben düşüncelerim değilim.

Benim için kendime yeni bir bakış açısı, içime taze bir ışık tutan bu deneyimin etkileri devam ediyor ve biliyorum artarak da edecek.

Bu yazıyı hayatımdaki “dönüşüm”lerin yoldaşı insanların “upuygun”hediyesi olan, ‘Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?’ kitabından bir alıntı ile bitirmek isterim.

…Günlük yaşamlarımızda, mesleklerimizi icra ederken, şu ya da bu işle meşgul olurken, hepimizin ve her zaman bir ve tek dünyayı kullandığımızı, onu dönüştürdüğümüzü ve bütün dönüşümlerin yine aynı dünyada cereyan ettiğini fark ediyor muyuz? (Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?, Ayrıntı Yayınları, sf.142)

Sevgi ve minnetle…

Gezerken Öğrenen

0

Ayın İçerik Kraliçesi’nin ikinci konuğu, Küçük Oteller Kitabı ve şimdi de Türkiye’nin En Güzel Kahvaltıları kitaplarıyla tanıdığımız Gezerken Öğrenen.

Tülin, sen kimsin?
“Bilmemneredeki erguvan ağacı fevkalade açmış” dedikleri an yola çıkacak kadar meraklı. Obez olmaktan korkmasa dünyadaki tüm patatesleri kızartıp yiyecek kadar manyak. Gezip gördüğü hemen her yerde “Evet, aradığım yer kesin burası” diyecek kadar ayran gönüllü.

Küçük Oteller Kitabı ve Türkiye’nin En Güzel Kahvaltıları kitabının yazarı. (Yazarlarından biri)

Bir popçu kadar takipçisi olmasa da Instagramda yarı-ünlü biriyim!

Neden geziyorsun? Ne öğreniyorsun?
Durmak bana hep sıkıcı gelmiştir. Sürekli aynı şehirde güne başlama hissi mideme kramplar girmesi için yeter de artar bir sebep. Başka hayatların, çevremdekilerden farklı insanların, hikayelerin peşindeyim ben. Yazmak için ille de gezmek, ille de gözlem yapmak gerektiğine inanıyorum.

Tabii bir de iş için sürekli gezer halde olmam gerekiyor. Ortağım, gazeteci Mutlu Tönbekici ile her sene çıkardığımız “Küçük Oteller Kitabı”mız var. Mayıs ayında kitap çıkıyor. Hemen kendimizi yollara vuruyoruz. Yeni küçük oteller, pansiyonlar bulmak ve bir sonraki kitaba hazırlık yapmak için.

Gezmeye başlamadan önce ne yapıyordun?
Yine geziyordum ama kurumsal hayatın elverdiği ölçüde. Yani bayram tatilleri ve yıllık izinlerde. Ve benim kadar mazeret izni alan biri olmamıştır herhalde.

Gezmediğin zamanlarda ne yapıyorsun?
Gezmediğim zamanlarda sabit olduğum şehirde, İstanbul’da geziyorum. Tüm günü evde geçirmeyi hiç sevmedim. Sanki durursam her şeyden mahrum kalacakmışım gibi hissediyorum.

Arkadaşlarımla akşam yemeklerinde buluşmayı ve vakit geçirmeyi seviyorum. Okuyorum. Hem de sabahlara kadar…

Geceleri 03:00’ten önce uyuduğum pek görülmemiştir!

Hep mi Küçük Oteller? Hiç mi büyük otelde kalmıyorsun?
Hep ama hep küçük oteller, pansiyonlar, bağ evleri, bungalowlar… Ruhum buralara ait.

Büyük otellerde de kaldım elbet ama pek bana göre değil. Genel olarak hayatımda da küçük kafeleri, zincir olmayan restoranları, mahalle ruhunu koruyabilen semtleri ve bu semtlerdeki mekanları severim.

Rahat bir iş mi gezip öğrenmek? Zorlukları yok mu?
Çok zevkli bir iş ama kolay değil. Seyahat disiplin gerektiriyor. Gece kaçta yatarsan yat sabah erkenden yola koyulmak, günü kaçırmamak lazım. Mutlu’yla birlikte her sene Küçük Oteller Kitabı için kitapta yer verdiğimiz otellerin hepsini gezmeye çalışıyoruz. Bir günde beş otel gezip, fotoğraflayıp, röportaj yaptığımız oluyor. Eee tabii sadece otel gezmekle bitmiyor. Çevreyi gezmek, fotoğraflamak da lazım. Tabii. Sonra bu notları toparlayıp, uzun ama çok uzun bir yazma sürecine giriyoruz. (Bu sene bir de yine Mutlu ile çıkardığımız “Türkiye’nin En Güzel Kahvaltıları” kitabı var. Şimdi onun için de ayrı bir gezme mesaisi harcayacağız çünkü seneye devamı gelecek)

Zorlukları: Dur durak bilmeden yazmak zorunda olmak. Instagram ve kitap için farklı farklı içerikler. Kopyala yapıştır yazılar değil, özgün içerik üretmek gerekiyor. (Bu süreçte zaman zaman beynimin yandığı doğru…)

Tüm gün gezip, deli gibi not tutuyorum. Deniz kenarında çekim yapıp, günlerce denize girmeye vakit bulamıyorum. Derdin bu olsun diyenleri 23 Nisan’da makamıma alayım!

“Kadın gezgin” olmanın zorlukları var mı?
Aslında yok. Gittiğin yerde yabancı gibi davranmazsan, köy kahvesinde oturup karemelmakiyattto istemezsen herkes çok şeker. (Tam da böyle birine denk gelmiştim birkaç sene önce. Kahvedeki adamların şaşkın bakışları zaman zaman aklıma gelir ve hala gülerim)

Ufacık bir hikaye: Bizim Küçük Oteller Kitabı yeni çıkmıştı. Cunda’ya gittik. Taş Kahve’de foto çekerken göbeği kendinden büyük, dünyalar tatlısı bir amca gördüm. “Pardon, kitabımı göbeğinize koyup, bana poz vermek ister misiniz?” dedim. Amca önce bir şaşırdı ama sonra dakikalarca güldü.

Verdi mi?
Verdi. Fotoğrafı çektik. Sonra kahve içtik, sohbet ettik. Rahat hissetmek, rahat davranmak önemli.

Sosyal medya seni nasıl besliyor? Hiç yoruyor mu?
İşimle ilgili olan kişileri takip ediyorum ve zilyon şey öğreniyorum. Gittiğim ama gözden kaçırdığım yerler, gitmediğim ve ben nasıl burayı atladım dediğim mekanlar ve daha birçok şey. Bir de ben sosyal medya dilini seviyorum. Daha rahat, kasmadan, eğlenceli…

Ve evet. Bittabi yoruyor. Her an yeni bir şey oluyor ve ben bu olanları kaçırıyorsam telaşa kapılıyorum. Bu döngü, geri kalmışlık hissi yoruyor.

Bir de takip edenlerden bazıları “Oh işe bak, hatun otel otel, mekan mekan geziyor, üstüne de para alıyor” diyebiliyor. Ama aslında tam da öyle değil. Özellikle yaz aylarında hava 40 derece iken bir günde 5 otel gezip röportaj yapmak, fotoğraf çekmek durumunda kalıyorum. O ekrana ekmek banmak istediğiniz kahvaltı fotolarını çekmek için dakikalarca uğraşıyorum. Uzun gezilerde sabah nerede kalktığımı unuttuğum oluyor. Ayvalık’ta iken Fethiye diye uyanıp, kahvaltıya inip, otelciyi tanıyınca ufak çaplı “Ben ne zaman Ayvalık’a geldim?” diye şok yaşamadığım bir an var mesela.

Her gün otel değiştirince böyle unutkanlıklar olabiliyor!

Bunca yıllık tecrübenle bize söyler misin: Sence çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?
Kesinlikle çok gezen.

Mesela Selimiye’de manzarasına vurulduğum bir otel var. Orada kaldığım her sabah gün doğumu saatlerinde kalkar, gözümü kırpmadan dakikalarca izlerim güneşi, denizi, begonvili. Hangi satırlar o an yaşadığım mutluluğu hissettirebilir. Kim yaşadığım coşkuyu o yoğunlukta anlatabilir.

Okumak elbette çok önemli ama gezmek, görmek bambaşka bir serüven.

Gezmek isteyen kadınlara önerilerin neler?
Korkmasınlar.

Bana en çok gelen sorular: Şuraya gitsem kadın başıma rahat edebilir miyim? Orada kadın başımıza gittiğimiz zaman otel bulabilir miyiz? Sıkıntı olur mu?

Seyahat etmenin kadın başınası, hanım kadınası, erkek erkeğe olanı yok. Olmamalı.

Aslında tam da istenen bu algı. Korku Cumhuriyeti yaratmak.

Yıllardır yollardayım. Kimi zaman yalnız. Çoğu zaman ortağım Mutlu ile, bazen erkek arkadaşım ile… Başıma hiç ama hiç kötü bir şey gelmedi. Siz biricik kadınlardan ricam; çantanızı alıp yollara düşmeniz. Yeni hayatlar, yeni yerler keşfetmeniz ve yolda olma halinin kalabilmenin tüm güzelliklerini yaşamanız.