Ana Sayfa Blog Sayfa 75

Çocukların Bedensel Söz Hakkı

0

Bir yetişkin olarak çocuklarla ilişkilerimizde farklı farklı konumlarda bulunuyor olabiliriz: ebeveyn, bakım veren, öğretmen, psikolojik danışman, akraba, aile dostu, restoranda servis yapan garson, oyun parkındaki görevli, toplum merkezindeki gönüllü… Konumumuz her ne olursa olsun, doğdukları andan itibaren çocukların da tıpkı yetişkinler gibi saygı görmeyi hak ettiklerini bilmemiz önemlidir.

Bu yazı; çocukların haklarını koruma sorumluluğuna sahip yetişkinler olarak, çocuk algımızı ve çocuklarla kurduğumuz ilişkileri sorgulayabilmemiz, yanlış davranışlarımızı değiştirmek üzere adımlar atabilmemiz için somut örnekleri ve önerileri içeriyor. Yazı boyunca; çocuklarla, ergenlerle, gençlerle, ebeveynlerle, eğitimcilerle ve psikolojik danışmanlarla yaptığım cinsel eğitim çalışmalarından gözlem ve deneyimlerimi de paylaşmaya çalıştım. Haydi başlayalım!

 

 

Çocukların bedenlerinin kendilerine ait, özel ve değerli olduğunu kabul edin

Çocukların bedenleri, dünyaya geldikleri ilk günden itibaren kendilerine ait, özel ve değerlidir. Belli bir yaşa gelene kadar bakımlarının ve ihtiyaçlarının yetişkinler tarafından karşılanması bu gerçeği değiştirmez. Yetişkinlerin sorumluluğu; (yaş dönemi ne olursa olsun) çocukların bedenlerine ve bedensel sınırlarına saygı göstermek, bedensel söz haklarını yok sayan davranışları durdurmaktır. İşte bu davranışlara birkaç örnek;

  • Onay almadan öpmek/sevmek,
  • Size ya da bir başkasına sarılması için ısrarcı olmak,
  • Öpmesi ya da sarılması karşılığında vaatlerde bulunmak, (“öpersen sana … alırım”)
  • Öpmediğinde ya da sarılmadığında araya mesafe koymak/küsmek,
  • Hoşlanmadıkları davranışları (lakap takma, gıdıklama, sıkıştırma, mıncıklama, el şakası…) devam ettirmek,
  • Giysilerini, iç çamaşırlarını ya da bezini kamusal alanlarda değiştirmek,
  • Özbakım sorumluluğunu üstlenebilecek yaşa geldiği halde tuvalet sonrası temizliğini yapmak, banyo yaptırmak gibi konularda ısrarcı olmak.

 

Tüm bu davranışlar çocuklara;

  • Kendi bedenleri üzerinde kontrol sahibi olmadıklarını; sizin ve başka yetişkinlerin, bedenlerine istedikleri zaman ve istedikleri şekilde dokunmaya hakları olduğunu düşündürür.
  • Kendilerini güvende ve rahat hissettikleri alanı yok saymak anlamına gelir; bu da kişisel sınırlarını oluşturmalarını zorlaştırır.
  • Akrabaların ya da yakınların davranışlarının sınır ihlali, şiddet ya da istismar olamayacağını düşünmelerine neden olur; bu kişilerden gelen ihlallere karşı savunmasız kalmalarına yol açar.
  • Fiziksel temas kurmanın, bir başkasına sevgi ve değer göstermenin tek yolu olduğu mesajını verir.

 

Çocukların sınırlarını ihlal etmeyin

Çocukları kendi sınırlarını tanımlayıp ifade edebilmeleri ve başkalarının sınırlarını ihlal etmemeleri için desteklemenin yolu, doğdukları günden itibaren sınırlarına saygı göstermek ve kişisel alanlarını ihlal etmemekten geçer. Başkalarının sınırlarını ihlal eden çocukların çoğunun sınırları sıklıkla ihlal edilen çocuklar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sınır eğitimi çocuğa ‘doğru davranış listesi’ verip bunlara uygun davranmasını bekleyerek yapılamaz. Etkili ve doğru olan yöntem; başkasının eşyalarını karıştırmama ya da izinsiz almama; tuvalet, banyo, soyunma odası, yatak odası gibi alanlara kapıya vurmadan girmeme; kendi yatağında uyuma; başkalarının yalnız kalma ihtiyacına saygı duyma; onay almak için ısrarcı olmama; başkalarının ‘hayır’larını duyma ve dikkate alma gibi konular üzerine çocukla konuşmalar yapmak, sınırlara birlikte karar vermek ve bu sınırlara uyarak örnek olmaktır.

Sadece yetişkinlerin değil, çocukların kişisel alan ve sınırları da saygıyı hak eder. Karşımızdakinin henüz kendini sözle ifade edemeyen bir bebek olması onu istediğimiz şekilde mıncıklayabileceğimiz anlamına gelmez. Bir yetişkine yapmadığımız şekilde; çocuğun yanında, o yokmuşçasına, onunla ilgili konuşma hakkımız yoktur. Sırlarını tutmamız gereken grup sadece yetişkinler değildir; çocukların, ergenlerin ve gençlerin sırları da özenle ve saygıyla tutulmayı hak eder. Tüm yetişkinlerin; çevrelerindeki çocukların kişisel alan ve sınırlarına saygı gösterip göstermediklerini sorgulamaları ve varsa sınır ihlal eden davranışlarını düzeltmeye çalışmaları gerekir.

 

 

Çocuklardan ‘onay’ alın

İçinde yaşadığımız toplumda onay alma pratiği yetişkinler arası davranışlarda bile tam anlamıyla oturmamışken, yetişkin ve çocuk arasındaki ilişkide neredeyse hiç akla gelmez ve gerekli görülmez. Mesela; çocuğun saçının ne zaman ve nasıl bir modelde kesileceğine ya da o gün ne giyeceğine karar veren genellikle ebeveynlerdir. Bir yetişkin, sokakta yanından geçen bir çocuğun yanağından hiç düşünmeden makas alabilir. Bir hekim, çocuk hastasına hangi işlemi neden yapacağının bilgisini vermeden ve muayene için izin istemeden işe koyulabilir. Çocuklara, bedenlerine yönelik izinsiz her müdahalenin yanlış olduğu bilincini kazandırabilmek için, yetişkinlerin çocuk algısının ve çocuklarla ilişkilenme biçimlerinin değişmesi şarttır.

Yetişkinler, çocuklardan her zaman izin istemeli ve onay beklemelidir. “Gel bana sarıl” yerine “sana sarılabilir miyim?” demek ve cevap “hayır” ise ısrarcı olmamak; doğrudan elini tutmak yerine “elini tutabilir miyim?” diye sormak; “saçını tarayabilir miyim?”, “yaralanan yerine bakabilir miyim?” gibi soruları günlük hayatın bir rutini haline getirmek önemlidir. Böylece çocuk; bedenine yönelik izinsiz müdahalelerin kabul edilemez olduğunu ve başkaları ile kurduğu ilişkilerde onay alması gerektiğini öğrenir.

 

Çocukların ‘hayır’larını duyun ve dikkate alın

Okullarda yürüttüğüm cinsel eğitim çalışmaları kapsamında 4. sınıflarla ‘bedensel söz hakkı’ ile ilgili bir ders yapıyordum. Çalışma sırasında çocuklara; “istemedikleri, hoşlanmadıkları, rahatsız hissettikleri talep ve davranışları (karşılarındaki kişi bir yetişkin, öğretmen, ebeveyn, akraba dahi olsa) reddetme hakkına sahip olduklarını” söyledim. Bunun üzerine çocuklardan biri şunları paylaştı: “Ben gıdıklanmaktan nefret ediyorum! Okuldan eve döndüğümde annem beni karşılıyor ve sıkıştırıp gıdıklıyor. Anne yapma, istemiyorum, rahatsız oluyorum diyorum ama dinlemiyor. Tekrar söylersem de küsüyor, sonra benimle konuşmuyor.” Kişisel alan, sınırlar, hayır deme hakkı gibi konuları çalışırken buna benzer paylaşımları sadece çocuklardan değil, ergenlerden ve gençlerden de sıklıkla dinledim. En çok şikayetçi oldukları konuların başında; çevrelerindeki yetişkinlerin (özellikle ebeveynlerinin, akrabalarının ve öğretmenlerinin) sürekli olarak sınırlarını ihlal etmeleri geliyordu.

Zorbalık, şiddet, cinsel istismar gibi durumlarla nasıl mücadele edileceği söz konusu olduğunda; ‘çocuklara hayır deme becerisi kazandırma’nın önemi üzerinde sıkça durulur. Bu beceriyi kazandırması beklenen grup ise özellikle ebeveynler ve eğitimcilerdir. Evet, bu önemli bir konudur. Çocuklara istemedikleri ve rahatsız hissettikleri bakışları, konuşmaları, şakaları, oyunları, sevme biçimlerini, davranışları vs. reddetme hakkına sahip oldukları anlatılmalı; başlangıçta onay verdikleri bir davranış sırasında iyi, rahat ve güvende hissetmezlerse ‘evet’i ‘hayır’a çevirebilecekleri söylenmelidir.

Ancak; çocukları yalnızca ‘dışarıdaki’ risklerden koruma saikiyle hareket ederek onlara kişisel sınırlara dair eğitim vermeye ve hayır deme becerisi kazandırmaya çalışan yetişkinler topluluğunun, çocukların sınırlarını sürekli ihlal etmesi hem tutarsız, hem de çocuklar için oldukça kafa karıştırıcıdır. 4. sınıf çocuğunun yukarıdaki paylaşımı buna iyi bir örnektir. Bu örnekte; hayır deme hakkını kullanan bir çocuk ile onun ‘hayır’ını duymayan, rahatsızlığını dikkate almayan, hatta hayır dediği için iletişimi keserek onu cezalandıran bir ebeveyn görüyoruz. Dolayısıyla ebeveynlerin, eğitimcilerin ve tüm yetişkinlerin; ilişkilendikleri çocuklarla kişisel sınırlar, hayır deme gibi konular üzerine konuşmanın yanı sıra ve belki bundan da önce, çocukların reddetme hakkını kabul edip etmediklerini, ‘hayır’larını dikkate alıp almadıklarını sorgulamaları gerekiyor.

Çünkü çocuklar; özellikle çevrelerindeki yetişkinler tarafından istemedikleri bir davranış için zorlandıkça, ‘hayır’ı ‘evet’e çevirmek için ikna edilmeye çalışıldıkça, bir davranışı reddettikleri için cezalandırıldıkça, kısacası ‘hayır’ın kabul edilebilir bir cevap olamayacağı mesajını aldıkça;

 

  • Rahatsız oldukları durumlarda dahi yetişkinlerin söylediklerine/yaptıklarına itaat etmeleri gerektiğini öğrenirler.
  • ‘Hayır’ demenin bir işe yaramadığını deneyimledikçe rahatsız oldukları durumları ifade etmekten vazgeçerler.
  • Başkalarını memnun etmenin, kendi memnuniyetlerinden daha önemli olduğunu düşünürler.
  • Yaşadıkları olumsuz deneyimlerle ilgili güven ilişkisi kurdukları yetişkinlerle konuşmak, onlardan destek istemek konusunda zorlanabilirler.
  • ‘Hayır’ın bir cevap olmadığını; başkalarının sınırlarını rahatlıkla ihlal edebileceklerini düşünürler.

 

 

İyi bir dinleyici ve gözlemci olun

Çocuklar, ergenler ve gençler; iyi hissetmedikleri durumları, güven ilişkisi kurdukları yetişkinlerle (ebeveyn, bakım veren, öğretmen, psikolojik danışman, akraba…) paylaşmak isteyebilirler. Yetişkinin, çocuğun konuşma ihtiyacını dikkate alması ve iyi bir dinleyici olması önemlidir.

Ebeveynlerle yaptığım bir çalışmaya katılan babalardan biri şunları paylaşmıştı: “5. sınıfa giden bir oğlum var. Geçen gün okuldan geldiğinde yüzü asıktı. Ne olduğunu sorduğumda, üç kız arkadaşının koridorda onu sıkıştırıp öptüğünü ve çok rahatsız olduğunu anlattı. Ben de ona tebessüm ederek oğlum bunda rahatsız olunacak ne var, ne güzel üç tane kız seni öpmüş dedim.”

Bu örnek iki açıdan oldukça sorunlu. Yaşadığı olay karşısında rahatsız olan ve bunu ebeveyni ile paylaşan çocuk, karşısındaki yetişkinden “bunda rahatsız olunacak bir şey yok, aksine bu güzel bir şey” mesajını alıyor. Bu yaklaşım; çocuğun kişisel sınırlarını oluşturmasını ve rahatsız olduğu durumları ifade etmesini zorlaştıracağı ve çocuğu sınır ihlallerine açık hale getireceği için oldukça riskli. Örnekteki ikinci sorun ise ebeveynin cinsiyetçi yaklaşımı. Bu paylaşımının ardından babaya; “bir kızınız olsaydı, koridorda üç oğlan arkadaşı tarafından sıkıştırılıp öpüldüğünü ve rahatsız olduğunu paylaşsaydı aynı karşılığı verir miydiniz?” diye sormuştum. Birkaç saniye süren sessizliğin ardından şu cevap gelmişti: “Hayır, muhtemelen panikler ve nereni öptüler diye sorardım.”

Bir yetişkin olarak, çocuğun paylaştığı konuyu kendi hayatınızda sorun olarak değerlendirmiyor ve hatta yukarıdaki örnekte olduğu gibi yaşamayı tercih ediyor olabilirsiniz. Önemli olan sizin ne hissettiğiniz değil, çocuğun ne hissettiğidir. İyi bir dinleyici olmak için;

 

  • Anlattıkları karşısında, “bunda rahatsız olunacak ne var?”, “bence abartıyorsun”, “yanlış anlamış olabilir misin?”, “fazla hassas davranıyorsun” gibi yorumlar yaparak duygularını hafife almayın ve geçiştirmeyin.
  • Bütün dikkatinizi ona verin; duygularını anlamaya çalıştığınızı ve önemsediğinizi hissettirin.
  • Bazen duyduklarınız sizi kaygılandırabilir, üzebilir, hatta öfkelendirebilir. Dinlerken duygularınızı kontrol altında tutmaya çalışın, çünkü tepkileriniz anlatmaya devam etmesini engelleyebilir.
  • Konuşmak istemiyorsa üzerine gitmeyin, onu zorlamayın.
  • Beden ve davranış odaklı, tarif isteyen, detaylı, yargılayıcı, suçlayıcı, korkutucu, utandırıcı soru ve yorumlardan uzak durun.
  • Sizinle paylaştığı için teşekkür edin, onun için ne yapabileceğinizi sorun.

 

Unutmayın! Hak temelli ve güçlendirici bir dil, tutum ve yaklaşım; cinsiyeti her ne olursa olsun tüm çocuklar için bir hak ve ihtiyaçtır. Kız çocuklarını ahlaki normlarla baskılar ve kısıtlarken, oğlan çocuklarına sınırsız şekilde alan açmanın cinsiyetçilik ve ayrımcılık olduğunu fark edin. Cinsiyetçi kalıplarınızla yüzleşin, bunları değiştirmek için kendinizle çalışın.

Çocuklar, ergenler ve gençler; kendilerini iyi, rahat ve güvende hissetmedikleri durumları her zaman söze dökemeyebilirler. Dil gelişiminin henüz tamamlanmadığı bebeklik döneminde bu zaten mümkün olamayacaktır. Gelişim dönemi özelliklerine göre tepkiler farklılaşmakla birlikte; yüzlerini buruşturarak, kaşlarını çatarak, ağlayarak, öpücüğün ardından yanaklarını silerek, biri sarılmak istediğinde geri çekilerek ya da güvendikleri birinin arkasına saklanarak, içe kapanarak, gergin ve öfkeli tepkiler vererek, sınırlarını ihlal eden kişiye mesafeli davranarak da rahatsızlıklarını ifade edebilirler. İlişkilendiğiniz çocukların beden dilini, mimiklerini ve davranışlarını anlayabilmek için iyi bir gözlemci olun. Böylece, rahatsız hissetmelerine neden olan davranışı siz yaptıysanız özür dileyerek durdurmanız; bir başkası yaptıysa çocukla bu konu üzerine konuşmanız mümkün olur.

 

Çocukların yardım taleplerini geri çevirmeyin

İlişkilendiğiniz çocuklara; iyi hissetmediği, rahatsız olduğu, üzüldüğü, baş edemediği, durduramadığı, kendi başına halledemediği herhangi bir durumu güvendiği bir yetişkinle paylaşmasının önemli ve gerekli olduğunu anlatın. Özellikle küçük yaş grubu için ‘güvenilir yetişkin’ ifadesi somut olmadığından, çocuğun güven ilişkisi kurduğu ve kolayca ulaşarak yardım isteyebileceği kişileri onunla birlikte belirleyin ve listeleyin. Belirlediğiniz kişileri çocukla yaptığınız konuşma hakkında bilgilendirin.

Yardım istediklerinde çocukların taleplerini geçiştirmeyin ve geri çevirmeyin. Çünkü bu tür davranışlar; anlatmaktan ve yardım istemekten vazgeçmelerine yol açar.

Özellikle ergenler ve gençler; akranları tarafından ‘şikayetçi’, ‘ispiyoncu’ gibi ifadelerle etiketlenebilecekleri kaygısıyla yetişkinlerden yardım istemeyebilirler. Çeşitli vesilelerle onlara; birinin zarar gördüğüne şahit oluyor ya da doğrudan kendileri zarar görüyorsa bir yetişkinin duruma dahil olması gerektiğini, bunun önemli olduğunu anlatın.

***

Yaşı fark etmeksizin her çocuğun bedeni, duyguları, düşünceleri, fikirleri, hayalleri, becerileri, seçimleri değerlidir. Çocuklarla konuşmak, bu konuşmalar sırasında iyi bir dinleyici olmak, dinlerken göz teması kurmak, çocukların kişisel alan ve sınırlarını ihlal etmemek, çocuklardan izin istemek ve onay beklemek vb. davranışlar birer saygı göstergesidir. Bütün bunlar çocuklara “sen önemlisin; bedenin, duyguların, düşüncelerin, sınırların önemli” mesajını verir. Bu mesajları alarak büyüyüp gelişen çocuğun kendilik algısı, özgüveni, özsaygısı ve kendini ifade etme becerisi olumlu yönde desteklenir.

 

 

 

 

* Bu yazı; Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği bülteni ‘Şifalı Bilgiler’in Temmuz 2017 sayısında yayınlanmıştır.

 

Kapsayıcı Feminizm: Birlikte Güçlü

0

2016 yılında Dünya Ekonomi Forumu tarafından yapılan cinsiyet eşitliği araştırmasında Türkiye’nin 144 ülke arasında 131. sırada olduğu ortaya çıktı. 2000’li yılların başından beri yapılan araştırmalarda az da olsa ilerlemeler görüyor olsak da, sonuçlar ne yazık ki hiçbir zaman iç açıcı olamıyor.

Cinsiyet eşitliği araştırmaları bir yana, gündelik yaşantımızda karşılaştığımız hikayeler de bize sıklıkla ‘bir sorun’ olduğunu hatırlatıp duruyor. Toplumsal cinsiyet rolleri ve yaygın cinsiyet algıları nedeniyle yaşanan sıkıntılar artık daha sık gün yüzüne çıkabiliyor. Bu aşamada feminizm de yalnızca belirli bir kesimi ilgilendiren bir mesele olmaktan çıkıp kadınları (ve kendini kadın-erkek üzerinden tanımlamayı reddedenleri) olduğu kadar, erkekleri ve çocukları da, toplumun bütün bireylerini ilgilendiren bir duruş haline geliyor.

Dijital Topuklar’ın feminist duruşu da toplumun bütün bireylerini içeren bir anlayışı esas alıyor. Biz toplumsal cinsiyet eşitliği için, hep birlikte mücadele etmemiz gerektiğini ve sadece görünen kadınlara değil, tüm kadınlara, erkeklere ve çocuklara hitap eden bir dili benimsiyoruz.

 

Yumruğunu indir, konuşacaklarımız var!
Tarihsel sürece baktığımızda feminist hareket, erkeklerin haklarının kadınlarınkinden daha fazla gözetilmesi, kadınların bazı temel insan haklarından mahrum bırakılması ve bu anlayışın genelgeçer hale gelmeye başlaması üzerine ortaya çıktı. Ancak günümüzde feminizmi sadece kadın hakları savunuculuğu üzerinden tanımlamak yanlış olur.

Feminizm genel olarak, toplumsal cinsiyet tanımları gözetilmeksizin bütün insanların eşit haklara sahip olduğunu savunur. ‘İki cins’ içerisinde hakkı yenen taraf kadınlar olduğu için de, kadın hakları savunuculuğu olarak özetlenir. Ancak gerçekten de insanları ‘kadınlar ve erkekler’ olarak ikiye ayıran anlayışı da sorgulayan feminizm, iş savunmaya geldiğinde queer ve trans bireyleri de kapsamak durumunda kalır.

Özellikle son yıllarda Amerika’da ‘kesişimsel (intersectional) feminizm’ olarak kavramlaşan yeni akım, feminist deyince akla gelen ‘yumruğu havada bir beyaz kadın’ imgesini sorguluyor.

Günümüzde feminizmin daha kapsayıcı olmasına ihtiyaç var. Kesişimsel feminizm akımı, kadınların ırk, din, sınıf, cinsel yönelim gibi özelliklerini de kapsayan bir anlayışı öneriyor. Alia E. Destagir, USA Today’de yayınlanan yazısında şöyle diyor: “Beyaz bir kadın cinsiyeti nedeniyle cezalandırılırken ırkı ile avantajlı konumdadır. Siyah bir kadın hem cinsiyeti hem ırkı nedeni ile dezavantajlı konumdadır. Latin bir lezbiyen hem etnisitesi hem cinsiyeti hem cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa uğrar.” Kapsayıcı feminizm bu noktada devreye girerek feminizmin öncelikle tüm kadınları, sonra tüm insanlığı ilgilendiren bir mesele olduğunu hatırlatıyor.

 

Tüm kadınlar için eşitliği savunuyor muyuz?
Ülkemizde cinsiyet eşitliği konusunun vehameti ortada. Eğer feminizm üzerinden sesimizi çıkaracaksak, kadınların dönüşümünü destekleyeceksek, cinsiyet eşitliği için mücadele edeceksek, bütün kadınları göz önüne alarak harekete geçmemiz gerekiyor. Ülkemizde sadece kadın olduğu için şiddet gören ve haksızlığa uğrayan kadınların yanı sıra, lezbiyen olduğu için, trans kadın olduğu için, Müslüman olduğu/olmadığı için haksızlığa uğrayan kadınları da gözetmeliyiz.

Kapsayıcı feminizm, herkesin hakları için mücadele etmemizi kolaylaştıracak ve ufkumuzu açacak.

Peki erkekler feminizmin neresinde duracak?

 

Cinsiyet eşitliği için el ele!
8 Mart’ta meydanlarda erkekleri görmek istemeyenlerle erkeklerin feminizme katkısını buyur edenler tartışadursun, bizler profeminizmin kadın hareketini nasıl beslediğini irdelemeyi daha doğru buluyoruz.

İlk kez 1996 yılında Kanada’da gerçekleştirilen Feminizm Konferansı’nda sözü geçen “profeminizm” kavramı, kendini feminist olarak tanımlayan aktivist erkekler için kullanılıyor. Bazı feministler natrans (doğma büyüme) erkek bireylerin, kadın olmak ve kadın hareketi üzerinde söz sahibi olmadığını ima eder; bu noktada profeminizm, biraz daha yumuşatılmış bir kavram olarak feminizmin desteklenmesini mümkün kılar.

Biz de ülkemizde erkeklerin kadın hareketinden dışlanmaması gerektiğini düşünenlerdeniz. Dijital Topuklar olarak 2016 yılında ilk zirvemizi düzenlediğimizde, bir kadın platformuna erkek konuşmacıları davet ettiğimiz için eleştiriler almıştık.

Bazı kadın örgütlerinin yalnızca kadın üyeleri kabul etmesi anlaşılabilir bir durum. Ancak Dijital Topuklar, dijital dünyadaki kadın liderleri ve girişimcileri ön plana çıkarıp desteklerken, dijital çağda ebeveyn olmak gibi birçok meseleyi de kendine dert edinen bir platform. Bunlar ve diğer bütün konularımız, sadece kadın perspektifinden ele alınacak meseleler değil. Bütün insanlığı ilgilendiren meselelerin tek taraflı çözülemeyeceğine dair olan inancımız, erkekleri de Dijital Topuklar platformunu desteklemeye buyur etmemiz için bizi cesaretlendiriyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği yalnızca kadınları değil, erkekleri de, kendini herhangi bir cinsiyet üzerinden tanımlamamayı seçen bireyleri de kurtaracak. Kadın hakları mücadelesinde el ele vermek, insan haklarını daha iyi anlamamızı sağlayacak.

Sosyal sorumluluk ve toplumsal duruş üzerinden bağlantı kurmak

0

Artık herhangi bir markanın, dijital dünyadaki varlığı üzerinde çalışmadan ayakta kalması çok zor. Web sayfanızın ve dijital dünyada yer alan içeriklerinizin trafik alması ve daha fazla takipçi kazanmak, ne üzerine iş yapıyor olursanız olun, artık işiniz için hayati önem arz ediyor.

Rakiplerinizden sıyrılmak, sunduğunuz ürün ve hizmeti doğru bir şekilde anlatabilmek ve hedef kitlenize verimli bir şekilde ulaşabilmek için düşünmeniz gereken konulardan biri de sosyal sorumluluk projeleri ve bir toplumsal duruş belirlemek.

Güncel meseleler, sosyal olaylar karşısında bir tavır almak, iletişim çağının olmazsa olmazlarından biri haline geliyor. İnsan hakları ve çevre sağlığı gibi konularda yapılan çalışmalar gün geçtikçe daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor ve binlerce, milyonlarca kişiden oluşan bir kitleye ulaşmayı hedefleyen markalara da bu anlamda bazı görevler düşebiliyor.

Elbette bu tür sorumluluklar almak ya da almamak kuruluşların inisiyatifinde.

Ancak dijital iletişim ve sosyal medya uzmanı, Amerikalı WrightIMC ajansının CEO’su Tony Wright; firmaların sosyal sorumluluk almasının yalnızca ahlaki faydalarından değil, şirketlere doğrudan bağlantı kazandıran faydalarından da söz ederek yeni bir sayfa açıyor.

 

Tony Wright’ın yönettiği WrightIMC ajansı 2007 yılından beri aktif.

 

“Sosyal duruşu olan bağlantı alır”

Tony Wright’ın birkaç yıl önce yaptığı bir araştırma, tüketici tercihlerinin bir markanın toplumsal duruşundan nasıl etkilendiğini anlamayı hedefledi. Sonuçlar oldukça çarpıcıydı: Toplumsal duruşunu, gündemde olan sosyal olaylar karşısındaki tavrını belirleyen bir marka, neredeyse her zaman bu sayede bir SEO avantajı sağlayabiliyor.

SEO, (Search Engine Optimization – Arama Motoru Optimizasyonu) dijital dünyada var olabilmenin anahtarı. Kullanıcıların herhangi bir arama motoru kullanırken bazı anahtar kelimeler üzerinden sizin sayfalarınıza erişebiliyor olması ve farklı web sayfalarından sizin sayfalarınıza bağlantı veriliyor olması, hedef kitlenize ulaşabileceğiniz anlamına geliyor. Web üzerinde size kolaylıkla ulaşabilen kullanıcılar, sizi daha uzun süre ve verimli olacak şekilde takip ediyor.

Tony Wright, arama motorlarının ve dolayısıyla hedef kitlenizin dikkatini çekmenin yollarından birinin de, kuruluş olarak toplumsal duruşunuzu belirlemeniz olduğunu söylüyor.

 

Tavrını belirle!

Basit düşünün: Kahve içecek parası olmayanlar için müşterilerin fazladan bozuk para bırakmasını rica eden ve ‘askıda kahve’ uygulamasını başlatan markanın anlatıldığı haberlerin sosyal medyada ne kadar uzun süre dolaştığını hatırlayın. Küçük, yerel bir işletme ancak toplumsal duruşunu ifade ederek yaptığı eylemlerle konuşuluyor. Ya da kız çocuklarının eğitimi için çalışmalar yürüten başka bir büyük kuruluşun ismine pek çok farklı mecrada rastlamıyor muyuz?

Bu tür haberlerin paylaşılması, dijital mecralarda daha sık yer alması, SEO açısından büyük bir avantaj. Çeşitli linkler üzerinden size ulaşabilen kullanıcılar, markanıza değer katacaktır.

Tony Wright, toplumsal duruş ve sosyal sorumluluk üzerinden sağlanan bağlantıların her zaman kaliteli ve verimli bağlantılar olacağı konusunda bizi uyarıyor. Herkes aynı fikirde olmasa bile. Ancak, yaygın toplumsal hareketleri de iyi gözlemlemek gerekiyor.

“Örneğin,” diyor Wright, “#MeToo hareketini destekleyen şirketinizin tonlarca bağlantı alacağını beklemeyin. Orijinal ve eşsiz bir duruş belirlemeniz gerekecek.”

 

 

Nasıl bir tavır alacaksınız?

SEO meselesi, artık sadece yazılımcıları ilgilendiren bir mesele değil. Pazarlama uzmanları, reklamcılar ve yöneticiler artık SEO uzmanları ile de bir araya gelerek stratejiler belirlemek durumundalar.

Dijital veriler, trendler ve kuruluşunuzun hedefleri iyi analiz edilerek bir toplumsal duruşa karar verilmeli. Müşterilerinizin olası tavrını göz önünde bulundurarak hareket etmelisiniz.

Yakın tarihli bir YouGov çalışması, Amerikalıların yüzde 59’unun politik duruşu nedeniyle bir markayı boykot edebileceğini ortaya koydu. Aynı zamanda Tony Wright’ın yaptığı araştırma, ABD’de yaşayan insanların tavırlarının da coğrafi olarak değişebileceğini gösterdi. Örneğin Kuzeybatı ABD’dekilerin sosyal veya politik duruşu nedeniyle bir markayı destekleme veya boykot etme olasılıklarının daha yüksek olduğu, ancak Güney ABD’deki insanların bir markanın duruşuna tepki verme olasılığının daha düşük olduğu ortaya çıktı. Aynı zamanda kadınların ve daha genç tüketicilerin de da siyasal tutumları erkeklerden daha fazla önemsediklerini keşfettiler.

Analizinizi iyi yapın, SEO profesyonellerinize danışın ve tavrınızı belirleyin.

Doğru bir şekilde toplumsal duruşunuzu belirlediğinizde, doğru bağlantılar alarak ulaşabildiğiniz hedef kitlenizi daha iyi etkileyebileceksiniz.

Riskli bir alan olsa da, faydaları düşünüldüğünde denemeye değer.

Türkiye’de Freelancer Olmak

0

Freelance çalışmak, freelancer olmak kavramını son yıllarda daha sık duymaya başladık. ‘Serbest çalışan’ olarak kolaylıkla çevirebileceğimiz bu kavramı olduğu gibi kullanmaya başlamış bulunduğumuzdan, bu yazıda da ‘freelancer’ olarak kullanmaya devam edeceğiz.

İyi yapabildiğiniz bir işi bir firmaya, kuruluşa veya bir patrona bağlı olmadan yapabiliyorsanız, tebrikler, siz de bir freelancer olabilirsiniz! Ofisten, patrondan uzak çalışma fikri her ne kadar ilk bakışta lezzetli gözükse de, elbette freelancer olmanın da kendine has avantajları ve dezavantajları mevcut. Özellikle de Türkiye’de freelance çalışmak deyince aklımıza eğlenceli avantajlardan önce dezavantajlar geliyor ne yazık ki.

Aman yavrum okulu bitir de sigortalı bir işe gir” anlayışının hala yaygın olduğunu düşünürsek, gitmeniz gereken bir ofis olmamasını havalı bulan arkadaşlarınızın yanında, ‘kendi kendine çabalayan işsiz’ birisi olduğunuzu düşünecek eşe dosta da hazırlıklı olun. Eğer hayatınızı freelance çalışarak sürdürmeye kararlıysanız, artıları ve eksileri dikkatlice göz önünde bulundurmanız gerekecek.

Avantajlarla başlayalım mı?

 

“Bana her yer ofis!”

Freelance çalışmanın en keyifli avantajlarından biri, düzenli olarak gitmeniz gereken bir işyerinizin olmamasıdır. İşlerinizi yapabildiğiniz bilgisayarınız ve telefonunuz yanınızdaysa, internetiniz de varsa, dilediğiniz yerden çalışma şansınız var. Ülkemizde de bu şekilde çalışmanın yaygınlaşmaya başlamasıyla, ‘açık ofis’ olarak kurgulanan alanların artmaya başladığını görüyoruz. Başka çalışanlarla da bir araya gelebildiğiniz, çayınızı kahvenizi alıp belirlediğiniz saatler boyunca çalışabileceğiniz bu tür ferah mekanları ya da en sevdiğiniz kafenin bahçesini tercih edebilirsiniz. Evde çalışmak ise her zaman mümkün. Ancak unutmayın, kendinizi ofiste yaşıyormuşsunuz gibi hissetmemek için, evinizin düzenini ve çalışma saatlerinizi dikkatlice gözden geçirmeniz gerekebilir!

 

 

İş planı sizden sorulur!

Ofiste çalışırken bir pazartesi sabahı önünüze yığılan iş listesinin pozitif versiyonunu açıklıyoruz; bir pazartesi sabahı uyanıp kahvenizi içerken kendi iş listenizi yapmak! Kazanmak istediğiniz kadar çalışır, kendi planlamanızı kendiniz yaparsınız. Yapabileceğiniz kadar iş alır, kendinizi zorlamak isterseniz de buna kendiniz karar verirsiniz. Performans kaygısını sadece kendi içinizde yaşar, patronunuza değil sadece kendinize ve müşterilerinize hesap vermenin rahatlığını tadarsınız.

 

Zamanı siz yönetin

Ofis çalışanı olmanın en tuhaf yanlarından biri, işyerinde 6 saatten fazla zaman geçiriyor olmanıza rağmen, gün içinde verimli olarak yalnızca 2-3 saat çalışıyor olmanızdır. Oysa freelance çalışmak, sadece gerçekten verimli olabileceğiniz zamanlarda çalışmak ve bir yerde zamanınızı boşa harcamamak anlamına da gelir.

Freelancer olduğunuzda Türkiye’de sık karşılaşıldığı gibi geç saatlere kadar karşılıksız ekstra mesai yapmanıza gerek yapmaz. Gerçekten gerektiği kadar mesai yapar ve onayladığınız bir karşılığı alırsınız. Tüm işlerinizi son güne bırakıp sabahlamanız gerekirse bile, buna kendinizi ‘siz’ mecbur etmişsinizdir. Aynı şekilde, işlerinizi erkenden tamamlayıp kendinize rahatlıkla birkaç gün tatil yazabilir, sosyal hayatınızı daha özgürce planlayabilirsiniz. Haliyle daha az stresli çalışırsınız.

 

Stres demişken, freelance çalışmanın dezavantajlardan bahsetmezsek olmaz!

 

Sigortalı olmak-olamamak

Sigortalı bir işiniz olmasını öğütleyenlere ne kadar kızsanız da, sabit bir maaş ve düzenli bir sigortanın avantajlarından da haberdarsınızdır. Freelance çalıştığınızda, sağlık

Yeni yapılan düzenleme ile, herhangi bir yerde sigortalı olarak çalışmıyorsanız Genel Sağlık Sigortası (GSS) primlerinizi kendiniz ödemelisiniz, aksi taktirde cezalandırmalara maruz kalabilirsiniz. Tabii ki kurumsal bir şirket kurup işveren sigortası ödemeyi ya da özel sağlık sigortası yaptırmayı da tercih edebilirsiniz. Sizin için en iyi sigorta seçeneğini öğrenmek için Sosyal Güvenlik Kurumu’na ya da bir uzmana başvurmayı ihmal etmeyin.

 

Gelir değişkenliği

Türkiye’de freelance çalışanların düzenli bir gelir elde edebilmesi için gerçekten çok düzenli çalışması ve iyi anlaşmalar yapması gerekir. Sabit bir maaşınız olmadığı gibi, yol-yemek ve benzeri masraflar da artık sizin cebinizden çıkacak. Freelance çalışırken dikkat etmeniz gereken en önemli konulardan biri de gelir-gider dengesini sağlayabilmektir. Özellikle bir süre sabit maaşlı çalıştıysanız, yeni düzeninizi kurarken akıllıca planlar yapmalısınız.

 

Güvencesiz çalışmak

Daha önce de dediğimiz gibi, freelancer olmak demek bazılarınca ‘işsiz güçsüz’ görülmenize neden olabilir. Türkiye’deki piyasaları ve iş ahlakını biraz bilen birisi, serbest çalışan birine işlerin ne kadar ucuza yaptırılmaya çalışılacağınız, ödemelerle ilgili nasıl sorunlar yaşanabileceğini tahmin edebilir. Freelance çalışanlar herhangi bir kanunla korunmuyor. O nedenle yaptığınız işin ve emeğinizin güvenliğini sağlamak da size kalıyor…

 

Tanımadığınız iş arkadaşlarınız

Her ne kadar her gün bir ofiste saatlerce zaman geçirmeniz gerekmese de, özellikle projeler üzerinde çalışıyorsanız, o işe emek veren diğer kişilerle de irtibatta olmanız gerekebilir. Bu noktada insan ilişkileri konusundaki yetenekleriniz büyük önem kazanıyor. Yeni tanıştığınız birileriyle kısa süreli bir iş yaparken kendinizi iyi ifade etmeli ve karşınızdakini doğru bir şekilde anlamak için elinizden geleni yapmalısınız.

 

 

 

 

 

 

 

 

Evin Reisi Ekseninde Kadının Soyadı Mücadelesi

0

Kadının soyadı meselesi kadın mücadelesi içinde senelerdir tartışılan ve bir türlü istenen neticelerin alınamadığı bir konudur. Bilindiği üzere 2001 yılına kadar kadınlar evlenmekle soyadlarını değiştirmekte, doğrudan ve yalnızca kocalarının soyadlarını almakta idiler. Öyle ki kadın üzerindeki tahakkümün “yer değiştirmesi” nüfus kütüğüne de yansımakta, kadın evlenme ile kocasının bağlı olduğu nüfus kütüğüne geçmektedir. Ayrıca evlilik içinde doğan çocuk, doğrudan babasının soyadını almaktadır. Burada üstünde durulması gereken; evlenme/boşanma halinde kadının soyadı, evlenme/boşanma halinde kadının nüfus kütüğü ve cinsiyet bağımsız olarak çocuğun baba soyadını alması meseleleridir.

“Kadının soyadı” başlığı ile temel kanunlardan Medeni Kanun’da müstakil bir madde olması dahi esasen konu hakkındaki ayrımcılığı ortaya koymaktadır. Kadının doğum yapabiliyor olması sebebiyle hukuki düzenlemeler bakımından kimi farklı uygulamalara maruz kalması oldukça anlaşılabilir ve hakkaniyetli bir uygulamadır. Gerek Anayasa gerekse tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler bakımından “kadın” için ayrı bir düzenleme yapılabilmesi için bunun dayanağı olarak haklı bir gerekçenin sunulması şarttır. (Emziren kadın olduğu için kadına süt izni verilmesi gibi.) Hiçbir haklı gerekçe olmaksızın kadına cinsiyeti sebebiyle farklı bir hukuki düzenleme yapılması açıkça ayrımcılık yasağına aykırıdır. Bu hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Türkiye aleyhine verilmiş sayısız karar da bulunmaktadır.

Türkiye nihayet 2001’de evlenen kadına kocasının soyadının yanı sıra kendi soyadını da taşıyabilme imkanı getirmişse de düzenleme hâlâ yeterli değildir. Öncelikle kadının kendi soyadını kullanmaya devam edebilmesi için ilave bir başvuruya ihtiyaç vardır, herhangi bir bildirim yapılmadığında otomatik olarak kendi soyadı kaldırılır. Oysa esas olan uygulamanın kendi soyadının tutulması, talep halinde kaldırılması olurdu. Ek olarak bu düzenleme dahilinde kadının sadece kendi soyadını kullanabilmesi için dava açması gerekmektedir. Nüfus müdürlüğüne yapacağı bir başvuru ile neticelendirilemeyecek kadar zorlu hale getirilmiştir.

Boşanma halinde erkeğin kişisel durumunu inceleyen bir hukuki düzenleme bulunmamaktadır. Oysa Medeni Kanun yine müstakil bir madde ile sadece soyadı meselesini içeren şekilde “Boşanan Kadının Kişisel Durumu”nu düzenler ve “(…) Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir. Koca, koşulların değişmesi hâlinde bu iznin kaldırılmasını isteyebilir.” Kadın evlenme/boşanma eylemleri neticesinde çevresiyle ilişki kurmada kullandığı ilk bilgi olan isim-soyisim konusunda müşküle düşer ve çeşitli “izinler” alması, bu süreçte kocaya “zarar vermeyeceğini” ispat etmesi gerekir. Evlenen ya da boşanan erkeğinse hiçbir şekilde böyle sorunları olmaz. Boşanmak sadece bu yönüyle dahi kadın için daha zorlu hale getirilmiştir.

Bir diğer ayrımcı düzenleme olan aile kütüğü müessesesi çağımızda tarihe karışması gereken bir düzenleme olup mevcut uygulaması itibariyle ailenin reisinin koca olduğu ön kabulü üzerine inşa edilmiştir. Hemşehrilik ve çeşitli fişlemeler dışında bir işe yaramayan aile kütüğü hanesi kadının evlenmesi ile birlikte kocanınkine taşınır. Böylece aile içinde sabit olanın koca olduğu, kadınınsa gelen/gidebilecek olduğu (“gelin” sözcüğünün kökeninde olduğu gibi) tescillenmiş olur. Sabit olmayan kimse için herhangi bir iktidar sözcülüğünden de bahsedilemez.

Soyadı meselesinde bir diğer ayrıntı çocuğun soyadıdır. Kanun soybağı düzenlemesinde “Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin; evli değilse ananın soyadını taşır” ifadesine yer verir. Babanın soyadını ailenin soyadı olarak adlandırır. Babayı ailenin “reisi” kılan zihniyetin kanundaki izdüşümü yerini bulur. Aile içinde anne ve babadan oluşan “ebeveyn” rolüne dair bir düzenleme yapılmamış, babanın “aile”yi temsil ettiği bir tablo çizilmiştir. Bu konuda güncel Anayasa Mahkemesi kararları ışığında boşanan kadına velayet verilmiş olması halinde çocuğun soyadını kendi soyadı ile değiştirebilme imkanı tanınmıştır. Ancak yine kendi soyadı için söz konusu olduğu gibi burada da dava açması gerekmektedir.

Bahsi geçen baba figür evlenme halinde “koca”ya transfer olur, koca muktedir babanın yerini alır. Yukarıda anlatılan soyadı ve aile kütüğü çatışmaları da bu iktidarın reddi üzerine temellendirilmiştir. Çözümü bu iktidarı erkekten alıp kadına yüklemekte aramak muktedir olgusu kaldırmayacağından kalıcı bir çözüm de sağlamaz. Bu hususa dair düzenlemelerin zaruri olduğu öne sürülmekte ise de, günümüzde bu argümanın işlevini yitirdiğini söyleyebiliriz. TC kimlik numarası olmadan soyadının birçok açıdan hiçbir hüküm doğurmadığı günümüzde zaten soyadı müessesi zaman içinde toptan kaldırılabilir. Muhtemelen çipli kimlikler devamında uygulama buna evrilecektir. Dolayısıyla işlevsiz kalan soyadı ve aile kütüğü düzenlemeleri ortadan kalktığında tüm bu ayrımcı uygulamalar da topyekûn çözülmüş olacaktır.