Ana SayfaFEMİNİZMBeauvoir Dersleri

Beauvoir Dersleri

“Kadınların küçük görülmesiyle annelerin kuşatıldığı saygının uzlaştırılması, fazlasıyla samimiyetsizlik barındırmaktadır. Kadından her türlü kamusal etkinliği esirgeyip, erkek mesleklerinin kapılarını ona kapatıp, onun her alanda yetersiz olduğunu söyleyip, sonra da ona en nazik, ayrıca en ağır iş olan bir insan varlığını oluşturup biçimlendirme işini teslim etmek, kıyıcı bir paradokstur.”(1)

Günümüzde daha çok kadın kendi ayakları üzerinde durmak için mücadele etmeyi sürdürse de kadının mevcut toplumsal yapılanma içerisinde, kendisini ancak evlenerek gerçekleştirebileceği tezi geçerliliğini koruyor. Beauvoir’nın evliliğe ilişkin görüşlerine yer verirken “yazgı” kavramını kullanmasından yola çıkan Deniz Soysal da aynı düşünceyi paylaşarak evliliğin toplum tarafından özendirilmesi, ödüllendirilmesi ve teşvik edilmesi devam ettiği sürece kadının özgür iradesiyle bir seçim yaptığının söylenemeyeceğine vurgu yapar. Çünkü aksi durumda kadın, evlenerek sahip olabileceği birtakım hak ve güvencelerden mahrum bırakılmakla cezalandırılır. Evlenmeyen kadın toplumsal baskıya maruz kalır ve dışlanır. Dahası evlenmemeyi tercih ettiği durumlarda bile “evlenememiş” olduğu tekrarlanarak başarısızlığı yüzüne vurulur.

Pek çok kadının evlilikle ilişkisine göre sınıflandırılmaya devam ettiği görülür. Sözgelimi evlenmeyen bir kadın “kız kurusu” ya da “evde kalmış” olmakla itham edilirken, boşanan kadın artık “dul”dur, evli bir erkekle ilişkisi olan kadın ise “metres” ya da “kapatma”dır. Bekâr bir anne olmak, hâlâ büyük ölçüde sorunludur. Oysa erkekler için durum hiç de böyle değildir! O, bekâr yaşamakta da evlenmekte olduğu kadar özgürdür. Evlilik dışı çocuk sahibi olması, toplum tarafından hoş karşılanmasa da cinsiyetçi söylemlere maruz kalmaz.

Toplumun kadından esirgediği hoşgörüyü ve anlayışı erkeğe nasıl bu kadar cömertçe sunabildiğini sorgulayan Soysal, Beauvoircı bir okumayla, kadının statüsünün tüm kazanımlarına rağmen değişmediği sonucuna ulaşır. Kadın türün devamının sağlanmasından, ev işlerinin aksamadan yerine getirilmesinden ve erkeğin cinsel ihtiyaçlarının giderilmesinden sorumludur. Ancak tablo hiçbir zaman bu kadar ayrıntılı gösterilmez. Dolayısıyla hangi koşullarda seçim yaptığını bilmeyen bir kadının özgür iradesinden de bahsedilemez. Dahası, tüm bu koşullar altında kadının özgür iradesiyle evliliği tercih etmesi, ancak evli kadının sahip olabileceği birtakım hak ve imtiyazlara sahip olabilmek içindir. Bu nedenle, evlilik kadının yazgısı olmaya devam edeceğe benzemektedir.

Bütün kültürlerde kadının her şeyden önce anne olduğuna ve doğanın ya da Tanrı’nın kadını anne olmak için var ettiğine inanılır. Bu inanışın arkasında, kadının hamile olduğunun anlaşılmasıyla anneliğe ilişkin tüm bilgi ve becerilere sahip olduğu düşüncesi yatar. Bu aynı zamanda çocuk bakımı işini kadınlara yüklemenin söylemsel hattını oluşturur. Toplumun tüm kesimleri tarafından “annelik içgüdüsü”nün varlığı sıklıkla dile getirilir. Buna göre, kadının o güne dek çocuk bakımı konusunda tecrübesi olup olmamasının bir önemi yoktur. Benzer şekilde ekonomik, sosyal ve fiziksel koşullarının çocuk büyütmeye elverişli olup olmadığının ve hatta isteyerek çocuk sahibi olup olmadığının da bir önemi yoktur! Çünkü ne yapılması gerektiğini ancak ve yalnız “anne kadın” bilebilir. Öte yandan, anne kadının bu bilgisi, ona o güne kadar sahip olmadığı ayrıcalıklı bir konum sunar. O artık söz sahibidir. Sağlık durumu ve moralinin yerinde olup olmadığı, hiç olmadığı kadar önemlidir. Ona sürekli canının ne istediği sorularak istemedikleri derhâl ortamdan uzaklaştırılır, sızlanmalarına göz yumulur.

Anneliğin içgüdü olduğunda diretenlerin, Beauvoir’da ve Badinter’de ele alındığı gibi, yüzünü doğaya çevirerek diğer canlıların dişilerinden örnekler verdiği görülür. Biyolojik özcülüğün referans alındığı bu görüşe göre, tüm canlılar dünyaya geldiği andan itibaren yavrularına bakıp büyütecek bilgi birikimine sahiptir. Bu bilgi inekler, aslanlar, koyunlar ya da domuzlar için şüphesiz doğrudur da… Dolayısıyla- insan türünün dışındaki- diğer dişiler için tek bir annelik biçiminin olduğunu söylemek mümkündür. Pek çok türde, yavruların bakımını üstlenen annedir; ancak annenin yavrusuyla ilişkisi, ona hayatta kalabilmesi için sahip olması gereken birtakım becerileri öğrettiği süre ile sınırlıdır. Bu bilgilere sahip olan yavru, kendi yoluna giderek özgün seçimlerini yapacaktır. Diğer canlı türlerinin dişilerine bakarak annelik içgüdüsüne dayanak sunmaya çalışmak, kaçınılmaz olarak insanın içgüdüleriyle hareket eden bir varlık olup olmadığının sorgulanmasını beraberinde getirir. Dahası, anneliğin bir içgüdü olduğunu söylemek, diğer canlı türlerinde olduğu gibi, tek bir annelik biçiminin var olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Şüphesiz pek çok anne, verili koşullar altında, çocuğu/çocukları için her şeyin en iyisini yapmak ister. Pek çoğumuzun aksini düşündüğü durumlarda bile… Ancak bu, “kötü anneler” olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmez! Çünkü ne kadar kadın varsa, o kadar annelik biçimi vardır. Dolayısıyla insan türünün dişisi için tek bir annelik biçimi olduğunu söylemek geçersizdir.

Feminizm dalga dalga büyürken Simone de Beauvoir’nın düşüncelerinin büyük ölçüde geçerliliğini koruduğu açıkça görülebilir. O halde feminizmin çeşitlenip büyümesini memnuniyet verici bir gelişme olarak kucaklarken, bu büyümenin, feminizmlerdeki aşkınlık iddiasına dayanak oluşturamayacağını da kabul etmek gerekiyor. Aksi halde, bugün nasıl hâlâ kadın bedenine ve cinselliğine ilişkin pek çok meselede ikinci dalga feminizmin söylemlerine sıklıkla başvurabildiğimizi açıklamak güçleşir. Feminizm geçmiş mücadelelerinden elde ettiği kazanımları, günümüzdeki çeşitlenmesinden kendine kattıklarıyla ilerlemelidir. Çünkü feminist kuram ve tarih bize feministler arasındaki çatışmalardan kimin kazançlı çıktığını birçok kez göstermiştir.(2)

Beauvoir Dersleri’nde Simone de Beauvoir’nın İkinci Cins’inde yer alan pek çok başlıktan annelik ve evlilik üzerine görüşlerine yer veren Deniz Soysal, bunun kadın özgürleşmesi önünde en önemli engel olduğunun altını çizer. Öte yandan, Beauvoir’nın kadın meselesine ilişkin temel düşüncelerini ana hatlarıyla kavramanın da mümkün olduğuna işaret eder. Belge Yayınları’ndan çıkan kitabın ne yazık ki baskısı yok. Dilerim kadın çalışmalarına dair pek çok akademik yayın gibi, Beauvoir Dersleri’nin de yeni baskısını raflarda görebilmek mümkün olur.

(1) Simone de Beauvoir, İkinci Cinsiyet Yaşanmış Deneyim, (Çev. G. Savran), Koç Üniversitesi Yayınları, 2019, s. 264.
(2) Jane Gallop, Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist, (Çev. A. Özkazanç), Dipnot Yayınları, 2013, s. 81.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Must Read