Ana SayfaKİTAPLIKUyandığında

Uyandığında

“Uyandığında kırmızıydı. Kızarmış ya da güneşten yanmış değildi, dur işaretinin o kesif kırmızı rengini almıştı. İlk önce ellerini gördü. Gözlerinin önünde tutup, gözlerini kısarak ellerine baktı. Birkaç saniye elleri, kirpiklerinin gölgesinde ve tavandan gelen yoğun beyaz ışıkta siyah gibi göründü. Sonra gözleri alışınca, yavaş yavaş geçti göz aldanması. (…) Yirmi altı yıllık yaşamı boyunca elleri bal rengine çalan bir pembelikte olmuştu, yazları koyulaşıp altın bronz bir renk alırdı. Şimdi ise taze kan rengindeydi.”(1)

Çok uzak olmayan bir gelecekte, ABD’de suçlar kategorize edilerek, suçlular işledikleri suçun niteliğine göre deri renklendirme işlemine tabi tutularak cezalandırılır. Hapishaneler boşalmıştır ancak mahkûmiyet sosyal yaşama inmiştir. Kürtaj, cinayetle eşanlamlıdır ve yasaktır. Yasa dışı yollardan kürtaja erişebilen kadınlar, yakalanmaları halinde birinci sınıf suçlularla aynı muameleye tabi tutularak cezaları süresince kırmızı olmaya mahkûm edilir.

Uyandığında, Elizabeth Hannah Payne’nin deri renklendirme işlemine tabi tutulduktan sonra bir ay boyunca gözetim altında kalacağı hücrede ayılmasıyla başlar. Geçen bir aylık süre Hannah için hem on altı yıl boyunca kırmızı olarak yaşamak zorunda olduğu gerçeğini kabullenmeye başlamasının hem de kendisiyle ve sevdikleriyle yüzleşmesinin önünü açar. Hannah’nın annesi ve babası, nüfusun büyük çoğunluğu gibi çağın dinî kabullerine koşulsuz razıdır ve Hannah ile ablası Becca’yı bu kabullerle yetiştirmiştir. Hannah içinde bulunduğu duruma itiraz etse de kürtaj yaptırarak kendi bebeğinin canına kastettiği fikrini reddedebilmesi hiç kolay olmaz. Ancak Hannah’nın günahı (!) bununla da sınırlı değildir, o aynı zamanda evli bir adamla ilişki yaşayarak ondan hamile kalmıştır. Bu bebeği doğurmanın imkânsızlığıyla yüzleşen Hannah, meselenin tüm zorluklarını üstlenerek gizlice kürtaj yaptırmaya karar verir. Kitapta Hannah’nın nasıl yakalandığıyla ilgili detaylı bir anlatıma rastlanmaz. Bunu yazar Hillary Jordan’ın bilinçli tercih ettiği düşünülebilir. Bununla, yasağa rağmen kadınların bir yolunu bularak kürtaj yaptırmaya devam edeceklerini ve yasağın yalnızca meselenin sonuçlarını daha da ağırlaştıracağını vurgulamak istemiş olabilir.

Gözetimde geçirdiği süre sona eren Hannah’nın ailesinin yanına dönme şansı kalmadığından sevdiği adamın ona uygun gördüğü Doğru Yol Merkezi’ne sığınır. Çünkü dışarısı renkliler için tehlikelerle doludur. Öldürülüp yol kenarına atılan, şiddet gören, tecavüze uğrayan renklilerin kim tarafından ve neden bu tür muamelelere maruz kaldıkları soruşturulmaya değer bulunmaz. Doğru Yol Merkezi ise tüm sakinleri için ikincil travmaların yeridir. Burada kadınların hiçbirinin adı yoktur, her biri birer “Yürüyen”dir. Buradaki kadınlar erken yatıp kalkmak zorundadır; azar azar yerler; kalan zamanlarındaysa merkezin ihtiyaçlarını gidermek için yetenekleri ölçüsünde üretimde bulunurlar ve çokça ibadet ederler. Ancak kürtaj yaptıranların bağışlanabilmesi için ödemesi gereken başka bedeller de vardır: Aydınlatıcılar eşliğindeki tasavvur seanslarında kendi diktikleri bebeklerle, hayatta olsalardı onları nasıl bir geleceğin beklediğine dair konuşmalar yapmaya ve doğmamış çocuklarından özür dileyip kendilerini affetmesini istemeye zorlanırlar.

Hannah’nın kurtuluşu ise kendilerine Kasımcılar adını veren radikal bir örgüt sayesinde olur. “Yaşamın Kutsallığı Yasası”nı protesto eden bu örgüt, kadınları özgürleştirmek adına merdivenaltı kürtaj yapmaktadır. Örgüt, Hannah’nın yakalandıktan sonra kendisine kürtaj yapan doktoru ele vermemesi nedeniyle ona yardım etme kararı almıştır. Yol uzun ve tehlikelerle dolu olsa da Hannah’nın bir renkli olarak damgalanmaktan kurtulabilmesi ve kendi yoluna gidebilmesi için vazgeçilmezdir. Bundan sonrası Hannah’nın (Merkez’den arkadaşı) Kayla ile hem birbirlerine hem hayata tutunmalarının mücadelesidir. Ailesiyle, sevdiği adamla, içinde doğup büyüdüğü topluluğun değerleriyle yüzleşen Hannah, kendini bu uzun ve sancılı dönüşümü boyunca yeniden keşfedecektir.

Kadın bedeni, konunun muhatabı dışarıda bırakılarak, pek çok kadının da dâhil olduğu devasa kalabalık tarafından üzerine söz söylenen, denetlenen, sınırlandırılan ve tasarrufta bulunulan meselelerin başında gelir (2). Kürtaj ise kadın bedenine ilişkin tüm bu pratikleri açıkça gözlemlemeye imkân tanır. Hiçbir doğum kontrol yönteminin yüzde yüz koruma sağlayamayacağı göz önünde bulundurulursa istenmeyen gebeliklerin önlenmesi için kürtajın bir gereksinim olduğu kavranabilir.

Ancak kürtaj dünya üzerinde pek çok ülkede anne ile ceninin karşı karşıya geldiği bir mesele olarak ele alınmaya devam ediyor. Yaşama hakkına sahip olmak için annelerinin iki dudağının arasından çıkacak kararı bekleyen masum ceninler ile iffetsiz, vurdumduymaz kadınlar meselenin tarafları olarak tartışmalarda konu ediliyor. Oysa meseleye etraflıca bakıldığında, devletlerin kürtaja ilişkin tutumunun nüfus politikalarıyla yakından ilgili olduğu görülebilir. Sözgelimi genç nüfusunun önemli bir çoğunluğunu savaşta yitirip yaralarını sarmaya çalışan yeni Türkiye’de de 1965 yılına kadar hem kürtaj hem de doğum kontrol yöntemlerinin kullanılması yasaktır; ancak “geçiş dönemi” olarak adlandırılan 1965-1982 yılları arasında kürtaj hâlâ yasak olsa da doğum kontrol yöntemlerinin kullanılması serbesttir. Böylelikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya genelinde yaşanan nüfus patlamasından Türkiye’nin de payına düşeni aldığı söylenebilir. Doğum kontrol yöntemlerinin nüfus artış hızını azaltmadaki yetersizliği ve merdivenaltı kürtajın hız kesmeden devam etmesi ise 1983 yılında yürürlüğe giren 2827 sayılı kanun yoluyla kürtajın yasallaşmasına olanak tanımıştır.

2012 yılında dönemin başbakanının “Kürtaj cinayettir, her kürtaj bir Uludere’dir!” çıkışının üzerine (özellikle) devlet hastanelerinde de facto/ fiilî bir kürtaj yasağının işletildiği biliniyor. Yine aynı dönem hazırlanan bir torba yasayla kürtajın ilk dört hafta ile sınırlandırılacağı gündeme gelse de, uygulama hayata geçirilmemiş; ancak kazanılmış haklarımızın her an geri alınabileceği hissini derinden kavramamız sağlanmıştır. (Türkiyeli feministlerin bir kısmının da dâhil olduğu) feminist gündem, bir süredir kürtajın hak temelli savunulmasını sorunlu bularak başkaca adlandırmalar yapmak gerektiğinden söz ediyor. Hem bu söylemler akademinin çeperlerinin dışına çıkarılamadığından hem de muhtemel alternatif adlandırmalar üzerine yürütülecek tartışmalar, gündelik hayatta kürtaja erişebilmenin zorluklarını ortadan kaldıramayacağından kürtajın ne şekilde savunulduğu/ adlandırıldığı bir tarafa bırakılarak çok daha hayati bir mesele olarak kavranması gerekliliği ortaya çıkıyor(3).

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Uyandığında, son derece titiz bir son okumaya ve nitelikli bir çeviriye sahip. Bana kalırsa feminist distopya olarak da adlandırılabilecek Uyandığında, yalnızca edebiyat okurlarına değil, feministlere de böyle karanlık bir geleceğe uyanmak zorunda olmadığımız günlerde de kürtaj meselesi üzerine düşünmeye ve daha çok söz söylemeye çağrıda bulunuyor.

**

(1) Hillary Jordan, Uyandığında, (Çev. Ö. Yüksel), 5. Baskı, İstanbul, YKY, 2020, s. 9.
(2) Melda Yaman Öztürk, “Ataerkil Kapitalist Toplumda Kadının Bedeni,” Toplum ve Hekim Dergisi, 2012, Sayı: 4(27)
(3) 15 Nisan 2021 tarihli “Her Yönüyle: İsteyerek Gebelik Sonlandırma Webinarı” konuşmacılarından Dr. Araştırma Görevlisi Sedef Erkmen’in kendisine yöneltilen soruya ithafen yaptığı değerlendirmeden.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Must Read